Sigortanın İşleyişi
Sigorta, temelde, benzer riske maruz kalan kişilerin (sigortalılar)
maddi güçlerini birleştirerek yardımlaşmasıdır. Sigorta şirketlerinin
işlevi, bu kişilerin birbirlerini bulmasını ve gerçekleşen zararların
giderilmesini organize etmektir.
Aynı riske maruz kalan kişiler bir araya gelerek gerçekleşen riskleri hep birlikte karşıladıklarında, kişi başına düşen ödeme miktarı düştüğünden büyük bir risk bile herkes için karşılanabilir hale gelebilir. Bir araya gelen kişi sayısı ne kadar fazla olursa, kişi başına düşen zarar miktarı o kadar tahmin edilebilir hale gelir. Olasılık hesaplarında büyük adetler kanunu (veya büyük sayılar kanunu) adı verilen kanuna göre, aynı riske konu olan kıymetlerin sayısı ne kadar fazla olursa, gerçekleşecek hasar, riskin oluşma ihtimaline o denli yakın olacaktır.
Bir sigorta şirketinin organizasyonu altında biraraya gelen sigortalılar gelecekteki hasarları karşılamak için prim adı
verilen ücreti öderler. Prim tutarına, hasarlar için yapılacak
ödemelerin yanı sıra, sigorta şirketinin işletme masrafları, kârı,
vergiler, acente komisyonları gibi kalemler de dahildir.
Sigorta, öngörülemez ve maddi zarar doğuracak olaylara
(yani risklere) karşı yapılır. Ne zaman olacağı önceden bilinen
olaylara karşı sigorta yapılmaz. Kumar, hisse senedi alım-satımı gibi
spekületif riskler ve kanuna aykırı olarak yapılan işler sigortalanamaz.
Keza, kanunlardan kaynaklanan cezalara karşı sigorta olmaz.
Sigorta teminatının işlemeye başlaması için sigortalı ile sigorta şirketi arasında sigorta sözleşmesi yapılır. Poliçe,
sigorta sözleşmesinin koşullarını içeren ve ispatlayan belgedir.
Poliçe üzerinde sigorta şirketinin ünvanı, adresi, sigortalının adı,
riskle ilgili bilgiler, prim, sigorta başlangıç ve bitiş tarihleri,
sigorta koşulları vs. yer alır.
Sigorta satışları bazen doğrudan sigorta şirketleri
tarafından yapılmakla birlikte, genellikle sigorta aracıları tarafından
yapılır. Sigorta aracıları belli bir sigorta şirketine bağlı
çalışan acenteler ve sigorta şirketlerinden bağımsız çalışan sigorta
brokerleridir. Aracıların başlıca görevleri, sigorta müşterisini
riskler ve buna uygun çözümler hakkında bilinçlendirmek, prim
ödemelerini, hasarların tazmin edilmesini ve poliçenin yenilenmesini
takip etmek, gerektiğinde hatırlatmada bulunmaktır. Prim tahsil etme
yetkisi bulunan acenteler, müşterilerden aldıkları primleri sigorta
şirketine öderler. Bu hizmetlerine karşılık aracılar komisyon alırlar.
Komisyon genellikle prim tutarına dahil edilir.
Sigorta edilmiş bir riskin gördüğü zarara hasar denir. Bir
hasar gerçekleştiğinde, sigortalı, sigorta şirketinde ihbarda bulunur.
Sigorta şirketi, hasarı kendisinden bağımsız bir eksperin incelemesini
sağlar. Daha sonra eksper raporunu inceleyerek, sigorta teminatı
içindeki zararı tazmin eder, sigortalıya tazminat öder.
Can sigortalarında ve bedeni hasarlarda ise
tazminat, aktüer denilen uzmanların yaptığı aktüerya hesaplarının
sonucuna göre ödenir.
Eğer bir hasar üçüncü bir şahsın kusuru sonucu oluşmuşsa ve sigortalının o şahıstan tazminat talep etme hakkı veya daha başka hakları doğduysa, halefiyet denilen hukuki ilke uyarınca bu haklar ödediği hasar oranında sigorta şirketine geçer. Sigorta şirketinin bu hakkını kullanarak kusurlu taraftan tazminat talep etmesine rücu adı verilir. Örneğin, A ve B araçlarının karıştığı bir kazada, B aracı kusurlu ise,
A'nın sigortacısı önce A'ya tazminat öder, daha sonra, ödediği tazminatı B'den talep edebilir.
Sigorta şirketleri önce bu haklarını kusurlu kişilerle
anlaşarak (sulhen) kullanmayı denerler. Sulhen giderilemeyen sorunların
çözümü için mahkeme yoluna gidilir. Çağdaş sigorta şirketlerinde rücu
ve hukuk işlerinde uzmanlaşmış bölümler bulunur.
Deprem gibi büyük felaketler sonucu ödenen hasarların
sigorta şirketlerinin mali güçlerini aşan tutarlara ulaşması nedeniyle,
sigortacılar da kendi üstlendikleri riskleri sigortalarlar. Bu yeniden sigortalama işlemine reasürans denir.
Reasürans konusunda çalışan şirketlere reasürör adı verilir.
Reasürörler, verdikleri teminat karşılığında sigorta şirketlerinden
prim alırlar. Reasürans, uluslararası bir iştir. Bir sigorta şirketi,
risklerini pek çok reasüröre devredebilir. Böylece, deprem gibi felaket
boyutlarındaki riskler bile dünya çapında pek çok şirkete dağılarak
ödenebilir hale gelir. Bu durumun bir yansıması olarak, dünyanın
herhangi bir yerinde meydana gelen bir felaket, tüm sigorta piyasasını
etkiler. Örneğin, ABD'de meydana gelen 11 Eylül Saldırıları sonucunda,
Türkiye'deki sigorta primleri de (Dünya çapında olduğu gibi) arttı.
Artan rekabet sonucu, çağdaş sigorta şirketleri
müşterilerine tazminat ödeyerek yardımcı olmanın dışında sayısı giderek
artan bazı yardım hizmetleri, örneğin yolda kalan araçlar için çekici, bozulan musluklar için tesisatçı temini gibi ek hizmetler vermektedir.
Sigorta şirketleri çoğu ülkede (ve Türkiye'de) hayat ve hayat dışı branşlarda çalışan şirketler olarak ikiye ayrılır.
Türkiye'de sigortacılık sektörü, Hazine Müsteşarlığı
bünyesinde faaliyet gösteren Sigorta Denetleme Kurulu tarafından
denetlenmekte, Sigortacılık Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenmektedir.
Türkiye'deki sigorta müşterileri, sigorta şirketi ile
anlaşmazlığa düştüklerinde, Sigorta Tahkim Komisyonu'na, Türkiye Sigorta
ve Reasürans Şirketleri Birliği'ne[1] veya Hazine
Müsteşarlığı'na[2]başvurabilir.
Kanunen "sigortalanamaz" olarak nitelenen riskler dışındaki tüm riskler sigortalanabilir. Başlıca sigorta türleri şunlardır:
Sigorta türleri, zorunlu olup olmamasına göre de sınıflanabilir. Türkiye'de başlıca zorunlu sigortalar Trafik Sigortası ile Zorunlu Deprem Sigortasıdır.
Tarihçe
Babilliler'in M.Ö. 1800 yıllarında geliştirdiği Hammurabi Kanunları, sigortanın bilinen ilk hukuki şeklini içeriyordu. Buna göre, bir kervana haydutların saldırması halinde, zarar kervan sahipleri arasında bölüşülür.
Antik Yunan ve Roma medeniyetlerinde bir tür nakliyat
sigortası vardı. Gemi sahipleri, ticaret seferine çıkacakları zaman
sermaye olarak deniz ödüncü denilen bir borç alırlardı. Eğer gemi sağ salim geri dönerse, gemi sahibi deniz ödüncünü misliyle geri öderdi. Ancak gemi yolda batarsa, deniz ödüncü gemi sahibinde kalırdı.
Yine aynı dönemde, Rodos Kuralları denilen bir
düzenlemeyle müşterek avarya kavramı ortaya çıktı. Buna göre, kaptan bir
tehlikeyle karşılaştığında gemisini kurtarmak için yükün bir kısmını
denize atarsa, bu zarar gemi ve yük sahipleri arasında paylaşılırdı.
14. yüzyılda, Cenevizliler tarihte sigortaya özgü (diğer ticari konuları içermeyen) ilk sözleşmeleri yaptılar.
15. yüzyılda İspanya'da sigorta hukukuna ilişkin ayrıntılı
düzenlemeler yapıldı. 1435 ve 1436 yıllarında kabul edilen iki kararname
ile nakliyat sigortalarına dair kurallar kondu.
17. yüzyıldan itibaren İngiltere'de ilk sigorta şirketleri
kurulmaya başladı. O zamana dek sigorta işi tüccarlar tarafından
yapılıyordu. Ancak 1666'da 13.200 ev ve 87 kiliseyi yok eden Büyük
Londra
Yangını sonrasında öyle büyük zararlar oluştu ki, sadece yangın sigortası üzerine uzmanlaşan sigorta şirketleri kuruldu. Önemli bir ticaret merkezi olan Londra, bu yüzyıldan itibaren dünya sigortacılığının önde gelen şehri haline geldi.
17. yüzyılın sonlarına doğru, Londra'nın dünya
ticaretindeki artan önemi nedeniyle, bu şehirde nakliyat sigortacılığı
konusunda da önemli bir talep doğmaya başladı. 1680'lerin sonuna
doğru Edward Lloyd, Londra'da denizcilerin gittiği bir kahvehane
açmıştı. Kahve, zamanla gemilerini veya yüklerini sigorta ettirmek
isteyenler ile bu riskleri kabul etmek isteyenlerin buluşma noktası
halini aldı. Lloyd's, zamanla kahvehaneden nakliyat ve özel riskler
konusunda uzmanlaşmış dünya çapında bir sigorta borsası haline dönüştü.
Mucit ve siyaset adamı Benjamin Franklin, ülkesi ABD'de sigortacılığın gelişmesi için çaba gösterdi. Kurduğu sigorta şirketi, yangına karşı sigorta yaptığı gibi, sigortalıları yangın riskine karşı bilinçlendiriyor, yüksek riskli ahşap binaları sigortalamıyordu.
Türkiye'de sigortacılık
Sigorta kelimesi, Türkçe'ye İtalyanca s icurta kelimesinden geçmiştir.
Ahilik teşkilatı gibi mesleki loncalar, kurdukları yardım
sandıklarıyla Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk sigorta örneklerini
verdiler. Bu sandıklar yangın ve ölüm gibi bugün de sigorta konusu olan
risklere karşı üyelerini koruyordu.
Bu ilk örnekler dışında, Türkiye'de sigortacılık geç
gelişti. Bunun nedeni olarak İslam dininin kadercilik anlayışı
gösterilir. Belki de daha önemli bir neden, ticaretin ve mali
yapının Batı Avrupa'ya kıyasla geri kalmış olmasıydı.
1870 yılında özellikle İstanbul'daki azınlıkların ve
yabancıların mallarını etkileyen Beyoğlu yangını, sigorta düşüncesinin
yaygınlaşmasına ve ilk sigorta şirketlerinin kurulmasına neden oldu.
Bunların çoğu yabancı kökenliydi. İlk yerel sigorta
şirketi, 1893 yılında kurulan Osmanlı Umum Sigorta Şirketi
oldu. 1864 tarihli Deniz Ticareti Kanunu'nda sigortacılıkla ilgili ilk
düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemeler 1906'da kara sigortacılığına
özel hükümler kanunlaşıncaya kadar kıyas yöntemiyle kara sigortalarında
da kullanıldı. Yabancı sigorta şirketlerinin başına buyruk
çalışmalarını düzenlemek amacıyla 1914'te sigorta denetimi konusunda
ilk kanun çıkarıldı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte, milli
iktisat anlayışı doğrultusunda, sigortacılık alanında da yerel
sermayenin varlık göstermesi için yeni sigorta şirketleri kuruldu.
1929 yılında, sigortacıların meslek kuruluşu olarak
Sigortacılar Cemiyeti Daire-i Merkeziyesi kuruldu. Bu kuruluş, bugün
de varlığını Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği adıyla
devam ettirmektedir.
1956 yılında düzenlenen Türk Ticaret Kanunu'nun beşinci kitabında, sigortacılıkla ilgili düzenlemeler yapıldı. 2007 yürürlüğe girecek yeni Türk Ticaret Kanunu'nun taslak çalışmasında sigortacılıkla ilgili önemli düzenlemeler öngörülmüştür.
1980'li yıllarda Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde
uygulanan liberal siyaset sayesinde yabancı şirketler türk sigorta
sektörüne dönmeye başladı.
1990 yılında, o zamana kadar devlet tarafından belirlenen sigorta tarifeleri serbest bırakıldı. Bunun sonucu olarak sigorta primleri ve şirket kârları hızla düştü, rekabet zorlaştı. Düşen kârlar ve 90'lı yıllarda yaşanan ekonomik krizler nedeniyle yabancı şirketler yavaş yavaş Türk sigorta piyasasından çekildiler. Ancak Türk sermayeli banka ve holdinglerin öncelikle kendi grup risklerini sigortalamak üzere çok sayıda şirket kurması nedeniyle sektörde bir daralma yaşanmadı.
1990'ların son yıllarından itibaren Türkiye'ye yabancı
sermayeli sigorta şirketlerinin yeniden geldiği ve pazar paylarını
giderek büyüttükleri görülmektedir. 2006 yılında sektörde yabancı
sermayeli şirketlerin pazar payı %50'yi geçmişti. İzleyen yıllarda bu
eğilim devam etti ve Türk sigorta sektörü, büyük oranda yabancı sermaye
etkisi altına girdi.
3 Haziran 2007'de sektörün uzun süredir beklediği
Sigortacılık Kanunu kabul edildi ve yürürlüğe girdi. Kanun, özellikle
Türk sigorta sektörünün Avrupa Birliği'ne uyumlu hale gelmesine
yönelik hükümler içeriyordu.